Visits: 2
Derin bir uçurumdaydım… Aşağıya baktığımda, yeşil ile mavinin tüm tonlarını görebiliyordum, sözde uslu bir gezegenin sahtekâr yansımaları gibi yanıp sönüyordu gözbebeklerimde. Senin tenine olan tutkum, sevdana, varlığına ve varoluşuna olan hasretim getirmişti beni oraya. Anlaşılması güç garip bir duygu içindeyim. Orada bulunuşum, yaşamımın her anındaki bir parçanın gerekçesini ve kendiliğinden oluşunu taşıyordu.
Yalnız kaldığımda düşlerimde hemen yanına sokuluyorum. Az da olsa bu alışkanlığın deneyimini edinmişti ruhum. Sonra bakışmalarımızın, yeryüzündeki tüm nesnelerin önüne geçtiği saatlere geldik. Sen hâlâ bakıyordun gözlerimden yüreğime doğru. Bense bildiğim ama düşüncelerimin nedense bizi kor bir ateşin içinde sakladığı o bakışlarının artık kaynağından çıkmasını, akıp gitmesini ve bir akrep gibi gözlerimde ölüp doğmasını istiyordum.
O sırada saydam alevler içinde uçuşan kelebekler, sonsuz bir soğuklukta kaynayan çoraksı topraklar, katı ıssızlığın ortasında maviye kesmiş uçsuz bucaksız buzullar, göktaşları, yıldızlar ve tanımı olmayan kalabalıklar; insanlar, insanlar, bir sürü insanlar ve sonsuz çeşitlilikte çiçekler ve hayvanlar yani senin anlayacağın bir canlı denizinde yüzmeye başlıyorum bana baktığın zamanlar.
Şimdi yıllar sonra bu tür bir düşü, uçuruma doğru uzanışımdaki yeşil-mavi ışıklar mı sundu bana, onlar mı aldattı beni? Yoksa artık senin bakışlarındaki erimiş dünyanın en güzel volkanik dağından aşağıya doğru inerken damarlarımdaki kanın bitti diye düşündüğüm anında birden gizemli bir derinliğin tarih öncesinden mi sonrasından mı olduğunu bilemiyorum. O an varlığımın var olmaya ilişkin evrensel devinimleri gerçek miydi onu da bilemiyorum? Hatta şu anda, anımsadıklarımla anımsamadıklarım, o anın içinde öylesine bir karmaşıklık oluşturmuşlar ki hiçbir şeyi ne tam olarak hatırlayabiliyorum ne de hatırladığım tek bir şey var o andan! Belirsizlik, hatırladıklarımla birlikte sensizlik denizinden akıp gidiyor yalnızca o kadar.
İşte orada! Uzun zaman sonra birbirinin içine çöken iki ayrı dev, tinsel ve maddesel olmanın sınırsız çelişikliğinde, birbirinde erimeye karar veren iki ayrı varlık gibi, ölümsüzlüğün paradoksal uykusuna ulaştığımızda biliyorduk. Artık, bu ölü bedenlerin en umulmaz, en beklenmedik iki noktası arasında, o küçük devlerden yeni ve sonsuz bir evren doğuyordu ki bu tüm duygularımızın, tüm varoluş biçimlerimizin üstündeydi.
O en güzel, en sonsuz olandı gözlerinin gözlerimi hapsetmesi…
MUSTAFA TURAY