Visits: 3
Uzak diyarlarda ki prensesimizin bir gün gönlüne bir ateş düşmüş.
Öyle bir ateş ki, yakıp kavuran, kasırgalara sebep olup her yeri talan eden bir alev.
Hasret ateşine düşmüş, yürek yangın yeri.
Öyle büyük bir yangın ki, hem hasretin acısı, hem kavuşmanın hayaliymiş.
Yangını da suyu da kendisiymiş aslında.
Bu dünyada kendinden başka güvenebileceği kimsesi olmamış.
Sevmeyi de nefreti de özlemi de her zaman kendi içinde kendi ile birlikte yaşamış.
Kimseyi sevememiş,
Ve işte bu yüzden farklı olmuş bu prenses.
Bu prensesi hiç bir zaman bir prens kurtarmayacakmış.
Bu prenses gerçek aşkı hiç bir zaman bilmeyecekmiş.
İçinde yarattığı dünyanın prensi de prensesi de kendisiymiş.
Çok deli sevdalar biriktirse de içinde,
Gerçek aşkı yaşamak istese de,
Biliyormuş ki gerçek aşk diye bişey yok.
Masal prensesiymiş ama gel gör ki onun masalında sevdaya yer yokmuş.
Öyle ürkek öyle korkakmış ki,
Bir gün biri gerçekten onu sevse onu bile göremezmiş.
Çünkü o masallarını hep kendi yazmış, hep kendi oynamış.
Düşende de oymuş, kurtarıcısı da.
Hâl böyleyken neden birine inansın, neden birini sevsin ki,
İnsanların sadece incitmeyi bildiklerini biliyormuş.
İnsanların kıymet veren mahluklar olmadığını,
Değer denilen şeyi hiç ettiklerini,
Sevilince gideceklerini,
Onu kıracaklarını, onu yarı yolda bırakacaklarını da.
Şimdi kalkıp ne diye birine anlam yüklesin ki!
Şimdi kalkıp ne diye inansın ki masallara.
Masalların içinde ki masalsız prenses.
Şimdi ne diye sevsin, sevilsin ki!
İnsan demek pişmanlık demek değil mi?
Kimin ellerinden tutabilirdi gözleri kapalı tam bir tevekkülle.
Kim onu kendinden bile korurdu ki incitmemek için.
Şimdi ne diye iyi düşünsün ki?
Aşkı beden olmak sananlar varken.
Aşkı nefsinin elinde oyuncak edenler varken.
ELİF YALÇIN