Köşe Yazıları Selahattin Serçe

Allah’ın Evi ve Evleri

Visits: 132

ALLAH’IN EVİ VE EVLERİ

Allah’ın evi olsa…

Size emanet etse…

Ona nasıl bakarsınız?

Allah’ın evleri olsa…

Ve siz ona girip çıksanız…

Nasıl girip, çıkarsınız?

***

Allah sayısız evleri var…

Biri zaten sizin…

Çokları size emanet…

Sürekli girip çıkıyorsunuz…

Ama ne şekilde?

Ne kadar kirletiyor, ne kadar temizliyorsunuz?

Bakımına, tertibine ne kadar özenlisiniz?

Kapılarını kimlere açıyor, anahtarlarını kimlere veriyorsunuz?

Ne mi demek istiyorum?

Buna birazdan geleceğim.

Ama önce Müslümanların en temel ibadetlerden biri olan Hac üzerine biraz hasbıhal edelim.

Zaten sonrasında diyeceklerim de Hacla ilgisiz değil.

***

Ömrü vefa edenler, bir kez daha Hac günlerine kavuştu.

İmkanı olan milyonlarca Müslüman, “Lebbeyk”, “Allah’ım, çağırdın geldim. Buyur, huzurundayım.” diyerek, Kabe’ye, Allah’ın Evi’ne akın etti.

Sidre-i Münteha’nın gölgesinde, ilahi rahmet sağanaklarıyla yıkanıp arınmayı umuyorlar.

Gidenler mutlu.

Kalanlar ise biraz buruk.

Peki, giden ne götürür Kabe’ye?

Kalanda ne kalır?

***

Giden, Kabe’ye Kabe götürür.

Kalanda Kabe kalır.

***

İlk insan, ilk peygamber Hz. Adem, Allah’ım emriyle bir ev yaptı.

Kabe oldu adı; Beytullah, Allah’ın Evi.

Yeryüzünün ilk evi, ilk mescidi.

İnsanlık zulmete düştü, yıprattı.

Bir gün Hz. İbrahim geldi, oğlu Hz. İsmail’le; onardı, yeniledi.

Ama Adem’den evvel, Allah bir ev yaptı:

Adem’in gönlü.

***

Müminin kalbi, Allah’ın evidir.

Belki de bundandır, gönüllerdeki kimi kapıların mekansızlığa, kimi kapıların zamansızlığa açılması.

Ezelden edebe uzanan bir yol geçer bu evden.

Bu yüzden, ölçülerin, hesapların değiştiği, zerre ile kürre arasındaki farkın ortadan kalktığı bir mekandır gönül dediğimiz yer.

Hiçbir mekana sığmayan, zamandan ve mekandan berî olan Allah, oraya sığar.

***

Allah herkesi, en az bir, hatta daha çok Kabe’ye bekçi kılmıştır.

Bu yüzden emsalsiz bir buluşmadır hac.

Gidenler, Allah’ın evlerini, “Evler Evi”nde buluşturmaya gider.

Kabeler buluşmasıdır, sayısız Kabe cem olur hacda.

Her türlü dünyevi sıfatlar ortadan kalkar. Hükümdar ile köle, zengin ile fakir, genç ile yaşlı aynı kisveyle mahşerin provasını yapar.

Çünkü, hiçbir dünyevi sıfat değildir Allah’ın muhatabı. O, gönüllere bakar.

Gönlünü tertemiz olarak oraya getireni de, yıkık, dökük, kirli ve virane olarak getireni de O görür.

Lakin öyle bir rahmet vardır ki, “Ey Allah’ım, ben senin evini yeterince temiz tutamadım. Bağışla yapamadım. Ama kirli kalmasına da dayanamam. O yüzden sana getirdim. Sen temizle, sen pür-i pak eyle. Arındır beni.” diye gözyaşı dökenler, dünyaya yeni doğmuşçasına tertemiz döner oradan.

Arafat’ta vakfeye durur, Hakk’ın divanında hesap verir gibi.

Allah’a hesapsızca teslim olmanın izlerini sürer; boynunu, hiç tereddütsüz bıçağın altına koyan Hz. İsmail’in ayak izinde.

Cümle bıçakları köreltecek sırrın peşine düşer.

“Çek benliği aradan, kalsın sadece Yaradan” düsturunun şifresini çözmeye, nefsi ortadan kaldırıp bıçakla Allah’ı başbaşa bırakmanın mümkünlüğünü anlamaya çalışır.

Nefisler aradan çekilebildikten sonra, neyi kesebilir ki bıçaklar!

Bunun başarabilmek içindir ki, Hz. İbrahim ve İsmail’i örnek alarak, taş yağdırır içindeki ve dışındaki şeytanlara.

Çaresiz bir ananın ilahi rahmetin kapılarını aralayan çırpınışlarını duyar, Safa ile Merve arasındaki Hz. Hacer’i yad edercesine yaptığı git-gellerde.

Ve Hz. İsmail’in bir topuk darbesiyle çağlayan o rahmetin tadına varır zemzem kuyularında.

Dipdiri bir ibadettir bu nedenle Hac. İnsanlığın en kadim hakikatlerine dair temsillerden oluşur çünkü.

Ve her biri, gönüllerin pür-i pak olması, arınması için vesiledir.

Bütün umut ise Allah’ın insana emaneti olan gönül evlerini, O’na yakışacak temizlikte ve güzellikte geri götürebilmeye dairdir.

***

İnsan gönlünü de “Allah’ın evi” bilen mümin, tıpkı Hacda tavaf ettiği Beytullah gibi, ona da ihtimam göstermekle, temiz tutmakla, üzerine titremekle vazifelidir.

Hiç düşünüyor muyuz; Allah’ın evi gönüllerimizi nelerle dolduruyoruz?

Kimleri alıyoruz içeriye, kimleri kapı dışında tutuyoruz?

Gönül kapılarımızı açtıklarımız, oraya nasıl girip, nasıl çıkıyor?

Neler bırakıyor?

Ya biz!

Başka kalplere, gönüllere nasıl giriyoruz, nasıl çıkıyoruz?

Hangi hileleri kullanıyoruz kapalı kapıların bize açılması için?

Girip çıkarken, kırıp dökerken, tarumar ederken, kirletirken, incitirken gönülleri; hiç düşünüyor muyuz o evlerin hakiki sahibi olan Allah’ın bir gün hesap soracağını?

***

Koca Yunus, boşuna dememiş:

“Bir kez gönül yıktın ise,

Bu kıldığın namaz değil.

Yetmiş iki buçuk millet,

Elin yüzün yumaz değil.”

Şu dizeler de Yunus’a ait:

“Yunus Emre der hoca,

Gerekse var bin Hacca,

Hepisinden eyice,

Bir gönüle girmektir.”

Ancak bu giriş, alelade bir giriş gibi olmamalı.

Tıpkı Kabe’ye girer gibi girmeli gönüllere.

Girdiği yeri talan etmek, kirletmek şöyle dursun; daha bir temizlemeli, silmeli, süpürmeli, hatta başka kirlerinden de arındırmalı.

İnsana dair her türlü değerin kolayca çarçur edildiği, aşk ve sevgi gibi hakikatin ana kaynağından benliğimize üflenmiş kalbi hasletlerin alabildiğine dünyevileştiği, toplumların çıkmaza, bireylerin açmaza düştüğü günümüz dünyasında, böyle bir anlayışa nasıl da muhtacız.

Evlere pencerelerden giren soyguncular, türlü alavere-dalaverelerle içimize sızıp felaketimizi hazırlayan münafıklar gibi değil, Kabe’ye giren hacılar gibi birbirimizin gönüllerine girip çıkmasını başarabilirsek; girdiğimiz gönülleri kirletmek yerine bir nebze olsun arınmasına, durulmasına katkı sağlayabilsek, insanlığın onulmaz gibi görünen bir çok derdinin deva bulduğunu göreceğiz.

Ademoğlu, gelecekte aydınlık günlere erecekse, oraya çıkan yol buradan geçer.

Gayrı yollar karanlıktır.

Boşuna demiyor bu yolun en güçlü fenerlerinden Yunus:

“Ben gelmedin dava için,

Benim işim sevi için;

Dostun evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim.”

SELAHATTİN SERÇE

Fehva-ı Cedid