Köşe Yazıları Selahattin Serçe

Söz

Visits: 150

“Önce ‘söz’ vardı. Ve söz Rab ile beraberdi.”
Yuhanna İncil’i bu cümle ile başlıyor.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de de ‘söz’ü ve ‘isimleri’ Hz. Âdem’e bizzat öğrettiğini Bakara Suresi’nde (31-33) şöyle bildiriyor:
“Ve Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: ‘Hadi Bana bunların isimlerini söyleyin’ dedi. Melekler söyleyemedi: ‘Senin öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Elbette her şeyi hakkıyla bilen Sensin!’ dediler. Sonra Allah Âdem’e: ‘Ey Âdem, bunların isimlerini onlara söyle’ dedi. Âdem isimleri söyledi. Allah: ‘Size, göklerin ve yerin gaybını ben bilirim’ dememiş miydim?” buyurdu.
*
Müsadenizle birkaç ‘söz’ de irfan ehli iki bilgeden dinleyelim:
“Çoğu faydasızdır, iyisi özdür; söz asıl bilerek söylenen sözdür.” (Balasagunlu Yusuf)
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı;
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.” (Yunus Emre)
*
“Söz”, “kelam”, “konuşma” insana bahşedilmiş mukaddes, muazzez, emsalsiz bir nimettir.
Ve söz, sadece ağızlardan çıkan ses, kağıda dökülen mürekkep, klavyede basılan birkaç tuş değildir. Varlık aleminde her şey aslında söz söylemektedir. Her varlığın bir sözü vardır. Hatta belki her şey bizzat varlığıyla kendisi bir “söz”dür. Ama bizim o sözleri duyma, algılama eşiğimiz; anlama, manalandırma skalamız farklı farklı olabilir.
Belki bu yüzden Stefan Zweig “Ben söylediklerimden sorumluyum, anladıklarınızdan değil.” diyor.
*
Hakiki söz, ayettir.
Kur’an sözdür.
Kainat sözdür.
İnsan sözdür.
Ve Allah Âdem’e “söz”ü, “isimleri” öğretmeseydi, biz birbirimize söz söyleyemez, birbirimizi anlayamaz, birbirimizi bilemezdik.
O halde “söz” bilinmezlikten bilinmeye, yitiklikten bulunmaya, dualiteden tekliğe, kesretten vahdete açılan efsunlu bir kapıdır.
Çoğu kez sığmasa da, düşüncelerimizi, duygularımızı hatta kendimizi söz ile birbirimize görünür, bilinir kılarız. Ama yukarıda da söylediğim gibi, burada sözden kasıt, sadece ağızdan çıkan lafız ya da kağıda dökülmüş mürekkep değil, her fiil, her davranış, her tavır ve her hal de bir sözdür.
*
İnsanın algısı ve müşahadesi reddetme değil tasdik etme esası üzerine çalışır. İnsan gördüğünü, duyduğunu, hissettiğini, akledebildiğini hakikat bilme ve kabullenme fıtratı üzerine yaratılmıştır. İnsanın saf doğası özünde reddedici ve şüpheci değildir. Şüphecilik ve reddetme hayattaki olumsuz tecrübelerle sonradan kazanılan bir tutumdur.
Bu yüzden, insanları yanıltmamak, sözün güzelini söylemek, sözün doğrusunu söylemek ve sözü en sarih şekilde söyleyebilmek, söz söyleyen herkesin üzerine farz-ı ayndır. Söz söylemek, kelam sarfetmek bu yüzden kolay yüklenilecek bir vebal, taşınması kolay bir yük değildir.
*
Bana burada söz söyleme fırsatı veren Fehva-i Cedid ailesine gönülden teşekkür ediyorum.
Dergimizin tüm sorumlularına, çalışanlarına ve kendilerini de bu ailenin ferdi sayabileceğimiz okurlarına, takipçilerine karşı büyük bir sorumluluk üstlendiğimin farkındayım.
Yazacağım her bir harfi, Kur’an-ı Kerim’in o eşsiz ifadesiyle “kalbimle aklederek” yazmaya çalışacağım; söyleyeceğim her sözü bu süzgeçten geçirmeden söylememeye özen göstereceğim. Ama elbette ki ben de herkes gibi hatalara da düşen bir insanım. Kuldur, yanılır; olur da dilimiz sürçerse, bilmeden yahut yeterince akledemeyişimizden sürç-ü lisan edersek, peşinen af dilerim. Ama altında kalbimin imzası olmayan hiçbir sözü sizlerle paylaşmayacağıma söz veriyorum.
Rabbim güzeli söyletsin.
Rabbim güzel söyletsin.
“Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. Vahlul ukdeten min lisani, yefkahu kavli.”
Bismillah.

SELAHATTİN SERÇE

Fehva-ı Cedid