Visits: 1
“Soğuk bir kadınsın. Kabukların var !
Üzerindeki kabuğu at, kabuğu at ki, dünyaya pozitif bakasın…” demiştin bir gün bana… Güneşten,
doğadan ve çuvaldızı hesabı, tebessümden bahsetmiştin.
Belki de ben, dolaşmaktan zevk almıyorum.
Sevmiyorum belki güneşi, sevmiyorum belki doğayı, belki, günün ilk doğduğu andaki sabah esintisini
de sevmiyorum…
Aklıma “İyi adamlar yalnızlıktan ölüyor iyi kadınlar ise kötü adamların balkonundan gökyüzüne
bakarken…” Sözü gelmiş ve haklı olmanın mağrur gururuyla susmuştum.
Bilmiyordun, anlamıyor, beni görmüyordun…
Oysa ben, güneşi seninle severdim. Ne tuhaf değil mi ? Senin, o koyu gözlerini simsiyah yapan
güneş, benimse gözlerimi ela yapardı ve ben de zaten iri olan gözlerimi, senin karşına geçip iyice
açardım…
Oysa ben, doğayı seninle kırlarda gezmek için severdim. Seher yelinin tatlı huzurunu karşılamak,
güneşi selamlamak için sabırsızlanmak isterdim…
Oysa ben, sabahın ilk güneşi doğduğunda, seninle caddenin ortasında sarılmak ve ellerimi iki yana
açarak, o ılık esintinin yüzümü okşamasını isterdim… “Şımarık bir çocuk gibisin, büyü biraz…” derdin.
Oysa ben, büyümek istemiyordum. Belki de yüreğimin kanatları kırılır diye korkuyordum…
Öyle ya, şımarık bir çocuktum ne de olsa. Oysa ben, seninle büyümek isterdim, ya da seninle çocuk
olmak. Seninle ağlamak, seninle gülmek isterdim. Hayatı anlamak isterdim, her günü olmasa da, her
duyguyu, her özlemi paylaşmak isterdim. Ağlama hüznünün verdiği acıyı bile güzelliğe dönüştürüp,
seninle paylaşmak isterdim. Paylaşıp, gözyaşlarını şarap yerine yudum yudum içmek isterdim…
Değerliydin benim için oysa, ama buna değer miydin işte orası muamma !?
SEDA ÖZLEM BAŞPINAR