Visits: 4
Neriman, her sabah çocuklarını uyandırmadan önce kahvaltıyı hazırlayarak sabahın erken saatlerinde yola düşer sıcacık ekmek kokusuyla eve dönerdi. Bugün her zamanki saatinden önce uyanmıştı. İç açıcı olmayan rüyaların etkisinde kalan Neriman saatin erken olması nedeniyle annesinin sesini duymak için can atıyordu. Çünkü annesi uzun süredir kanser tedavisi görüyordu.
Evlendikten sonra Malatya’dan ayrılmış İstanbul’da yaşıyordu. Eşinin maddi durumu onları kimseye muhtaç etmeyecek kadar iyiydi. Kirada yaşamasına rağmen mutluydu eşi ve çocukları ile birlikte.
Sabah erken saatlerde televizyon kumandasını eline alan Neriman gördüğü manzara karşısında şaşkına dönmüştü. Büyük bir deprem felaketi yaşayan Türkiye’nin birçok ili bir nevi savaş alanına dönmüştü. Malatya, Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep merkez üstü yazısıyla adeta yıkıldı Neriman ! Sabah saat 06.00 çok erken diyerek annesini aramak için beklediği saati meğer 04.17 saatlerinde 7.7 şiddetindeki depremle sarsılmıştı bütün ailesi.
Telefonlardan ulaşmak imkansızdı. Zaten anne, baba, kardeş, abiler hiçbirine ulaşamadı. Eşi Neriman’ı teskin edemiyordu. Bütün yollar kapalı kara yoluyla ulaşmak çok güçtü. Her yolu deneyen Neriman tam 24 saat sonra ancak ulaşabilmişti ailesine metin olmaya çalışan Neriman ağlamasına engel olmaya çalışırken titreyen sesi ile “Anne” diyebildi sadece !
Annesinin telefonda sesini duyan Neriman daha çok endişeye kapıldı. Çünkü annesinin sesi pek iyi gelmiyordu. “Biz iyiyiz kızım merak etme şükürler olsun canımız sağ abinler, baban, kardeşlerin herkes çok iyi.” dedi. “Evler tamamen yıkıldı, hiçbir şeyimiz kalmadı geceyi dışarıda geçirdik.” derken ağlamasına hakim olmamıştı.
Neriman, daha güçlü daha metin olmak zorundaydı. Hayır, anne sakın ağlama lütfen. Giden evimiz eşyalarımız olsun sizlerin canı şu an sağ bundan daha güzel bir haber olamaz, dedi. Telefonu annesinin elinden alan babası; merak etme kuzum hamdolsun, iyiyiz biz. Sadece geriye arabamız kaldı fırtınam beni yarı yolda bırakmaz yine atlarız ona, geliriz yanına.” diyerek arabasına çok kıymet veren ve adını “fırtına” koyan Neriman’nın babası Ömer Usta herkese moral oluyordu.
Cehennemi aratmayacak bir film sahnesinden alınmış gibi korkunç günler yaşıyordu birçok insan. Çocuğunu kaybedenler… Eşinin soğuk bedenine sarılmış insanlar… Secdede can verenler… Annesinin siper olduğu henüz kırkı çıkmayan bebekler… Günlerce aç susuz, buz gibi havada toprak altında cansız bedenlere sarılarak günlerce bekleyip sağ kurtulanlar…
Ömer Usta eşini çok seven, bir kadına nasıl kıymet verilmesi gerektiğini iyi bilen, çocuklarını yetebileceği şartlarda büyüterek çevresinde son derece saygı gösterilen bir karakterdi. Yollar açılır açılmaz eşini ve iki erkek evladını, gelinlerini alarak “Fırtına”yla yola çıktılar. Yollar yüzyılın felaketini yaşıyordu. Apartmanlar da dairelerin birçoğu görünmüyor. Beton yığınları, cesetler ve acı feryatlar içerinde Malatya’dan ayrıldılar.
Yolda yıllarca bir kere dahi onları yarı yolda bırakmayan “Fırtına” arıza yaptı. Ömer Usta ismiyle ün salmıştı. Elinden her iş gelir, yapamayacağı tamir edemeyeceği hiçbir şey yoktu. Fakat o kadar uğraş sonucunda onaramadı. Memleketinden, tüm sevdiklerinden ayrılmıştı hatta evi yıkılmış bir tane eşyası kalmamıştı. Elinde “Fırtına” isimli arabası kalmıştı. Şimdi onu da yolda bırakmak canını fazlasıyla acıtmıştı. Üzüntüsünü eşine belli etmeden arabayı o şekilde bıraktı. Başının çaresine hemen bakarak yoldan geçen bir otobüse el kaldırıp binerek yolculuklarında devam ettiler.
Epey zaman sonra nihayet Neriman’a ulaşmışlardı. Neriman da onlara yaşadıklarını unutturmak için eşiyle birlikte çok çaba sarf ediyordu. Eşi, dostu haberi alır almaz maddi manevi yanlarında oldular. Evinin kira ve küçük olması dışında, onları rahatsız edecek hiçbir neden yoktu.
Neriman en yakın devlet hastanesinden ivedilikle bir randevu oluşturdu. Onkoloji bölümüne giderek kemoterapi için gün aldılar. Annesi çok rahattı fakat insanoğlu işte kendi evinde olan rahatlığı hiçbir yerde kızının evi de olsa bulamıyordu. Her geçen gün ağrıları artıyor evinin, memleketinin hasretini yaşıyordu. Babası bu durumdan muzdarip oldu. Eşi ne istiyorsa arzu ettiği her şeyi yapmaya hazırdı. Yolda kalan fırtına lakaplı arabasını tamir ettirmek için yola çıktı. Fakat gittiğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü arabadan eser yoktu. Kül yığınına dönüşmüştü. İlk defa yıllar sonra Ömer Usta’nın gözlerinden yaşlar akmıştı. Eşini nasıl götürecekti, ona ne cevap verecekti. Her şeyin üst üste gelmesi yıpranmasına, hüzünlenmesine neden olmuştu.
Çocuklarına durumu izah etti fakat eşinin bu durumdan haberdar olmaması için uzun uzun tembih etti herkese. Doktorundan izin alıp başka bir araçla onu memleketine götürüp tekrar geri döneceklerdi.
Neriman annesine en sevdiği yemekleri yapıyor, her gün zorlayarak yedirmeye çalışıyordu. Ama annesinin gün geçtikçe dermanı kalmamıştı. Konuşmakta dahi güçlük çekmeye başlamıştı. Annesi, “Neriman” diye seslendi. Mutfaktan koşarak yanına gelen Neriman ağzından çıkacak cümleye odaklanmıştı. “Bana sözünüz vardı yengen Şükran’ın mavi boncuklu altın kolyesinden alacaktınız kuyumcudan getirdin mi ? Giderken takarım onu da” dedi. Neriman hafif bir gülümseme ile birlikte “Tabiki aldık anneciğim, babam kendi elleriyle vermek istedi. Sürpriz yapacaktı sana, benden duymuş olma sakın bildiğini belli etme.” dedi.
Akşam yemekler yendikten sonra Ömer Usta aracı getirdi. Sabah erken saatte yola çıkmak için hazırladılar. Araba için de tamiri uzun sürecekmiş zaman kaybetmeden başka araçla gidelim dedik ne de olsa iki gün sonra döneceğiz diyerek annelerini teskin etmişlerdi. Erken saatte yola çıkıldı. Yolculuk bu kez çok keyifliydi. Herkes deprem sonrası, aylar sonra çok sevdiği memleketleri Malatya’da olacaktı. Yaklaştıkça kısa süre önce yaşanan depremin enkazı hâlâ duruyordu. Sessizlik çöktü aniden ve uzun uzun düşüncelere daldı herkes…
Evleri yıkılmıştı hiçbir şeyleri kalmamıştı ama ona rağmen herkesin sağ salim kurtuluşu mucizeydi onlar için ! Yolculuk boyunca annesinin elini bırakmayan Neriman tek yıkılmamış fakat onarılması gereken kendilerine ait olan büyük abisinin evine geldiler. O ev, babası için çok şey ifade ediyordu. Çünkü eşi ilk doğumunu burada yapmıştı. Doğum hediyesi ise yıllar önce eşine söz verdiği “Mavi boncuklu altın kolye” cebinde sıkı sıkı tutup bir yolunu bulup sözünü yerine getirmek istemişti. Koltukta yorgunluktan bitap düşen eşinin alnını öpüp kolyeyi boynuna taktı. Yılların yorgunluğu olsa da çekilen ızdıraplarda, hayat mücadelesinde, iyi kötü günlerinde birbirlerinin hep yanlarında olmuşlardı.
Sarılarak ağlamaya başlamışlardı. Bazı gözyaşları o anki mutluluktan bazıları ise deprem felaketinin son enkazından !
Sabah kahvaltı hazırlığı için mutfağa giren Neriman önce annesini yoklamak istedi. Odanın kapısını aralayan Neriman birden babasını; bir elinde kolye diğer eli annesinin elinde… Sıkı sıkı tutmuş ağlarken gördü. “Baba, ne oldu baba! annem yoksa…” diyerek cümlenin sonunu getiremeden hıçkırıklara boğulmuştu. Kader onları tekrar deprem sonrası aynı yerde buluşturmuştu. Onlar ne deprem felaketini ne de yaşadıkları onca şeyi unutacaklardı.
AYŞENUR DÜRLÜ