Visits: 12
Akşehir’de dünyaya gelen sanatçı ilköğrenimini ve liseyi doğduğu yerde tamamladı. Çocukluğunun geçtiği Akşehir’i eserlerinde mekân olarak kullandı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydını yaptırdı, iki yıl sonra Hukuk Fakültesine geçti. Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.
Edebiyat Fakültesinde okumaya başladı. Edebiyat Fakültesindeyken Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’ın öğrencisi oldu. Ancak bu okulu da yarıda bırakarak hiçbir okuldan mezun olamadı. Üç üniversiteyi yarıda bırakarak bir benlik arayışına girdi, bunun sonunda cebinde biriktirdiği öykülerle yazarlık piyasasına çıktı.
“Küçük Ağa” adlı romanı Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edilerek bu sayede Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü’nden mezun oldu.
1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir yıl sürgün hayatı yaşadı. İlk eserlerini de bu sürgünde yazdı.
“Askerde tam on bir yıllık sürgünüm vardır. Sebep de bıyık inkılâbıdır. Milli Şef bıyıklarını kesmişti, bütün asker ve memurlardan da bıyıklarını kesmelerini istiyordu. Kesmedim. Bıyık yasak değildi, üstelik şekli bile tespit edilmişti. Köle değildim. Sürgün mü, baskı mı, hay hay ! Ama bıyık kesmeye hayır !”
Tarık Buğra, edebiyat dünyasında Yunus Nadi Hikâye Yarışması’nda bir altın dolmakalem ile ödüllendirildiği “Oğlumuz” adlı hikâyesiyle tanınmaya başlandı
İstanbul Beyazıt’taki Küllük Kahvesinde Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç gibi ediplerin sohbetlerinde bulundu.
1950’de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten kızları Ayşe dünyaya geldi. İkinci evliliğini eseriyle ilgili bir ödev için görüşüp tanıştığı kendinden otuz yaş küçük Hatice Bilen ile yaptı.
Kurtuluş Savaşı’na merkezden değil, bir kasabadan baktığı “Küçük Ağa” romanında resmî tarih anlayışının dışına çıktı. “Toplumcu Gerçekçi” denilen meslektaşlarını “Alınteri ve Sefalet Komisyoncuları”, “Foto Şipşakçılar ve Röportajcılar” sıfatlarıyla yerdi. Türkiye’nin karanlık ve puslu dünyasında yaşananları anlattığı “Gençliğim Eyvah” romanını en önemli eseri olarak kabul etti.
“Osmancık, Küçük Ağa, İbişin Rüyası” adlı romanları birçok kez filme alındı. Yazdığı eserleri birçok kez ödüle layık görülen Tarık Buğra, “Devlet Sanatçısı” ünvanını aldı.
Tarık Buğra elli sene boyunca neredeyse her gün daktilo ile yazdı.
O kadar çok yazdı ki şehadet parmakları “küt” oldu, nasırlaştı; eğrildi, büküldü. Kendisine hayretle, “Parmaklarınıza ne oldu ?” diye sorulduğunda şöyle dedi:
“Kavgada oldu.
Evet bu hayatta hep bir kavga içindeydi Tarık Buğra. Bu, bir hakikati bulma kavgasıydı. Bir panelde Tarık Buğra’ya sorulan, “Hakikât yerine gerçek desek ne kaybederiz ?” sorusuna Tarık Buğra kendinden emin bir şekilde elini sertçe masaya vurarak şöyle karşılık verir:
“Hakikati kaybederiz, hakikati !”
İLHAN AYDIN
“Aşk, genç bir kızın tutmuş bedduasıdır.”
Tarık Buğra