Çağrı Yiğit Hikaye

Surdaki Gedik

Visits: 2

Onu gördüğümde tan henüz ağarmamıştı. Mahallenin ortasında yükselen geniş dalları ve koyu gölgesiyle dev bir Yörük çadırını andıran ihtiyar çınar ağacının altında sandalyeye oturmuş önde duran rengi solmuş, yer yer sigara yanıklarıyla delinmiş vişne çürüğü renginde kadife bir örtüyle kaplı masanın üstüne koyduğu kafese gözünü dikmiş kara kara düşünüyordu. Kahveci Yakup henüz dükkânı açmamıştı. Çevrede başka insan yoktu. Sokakta bir köpek diğerini kovaladı. Onların çıkardığı gürültüden korkan bir kedi çöpün içinden fırlayarak yanda yükselen dut ağacına çıktı.
Yanına gidip oturduğumda beni fark etmedi. Hatta verdiğim selamı bile duymadı. Kafesteki saka çevrede ötüşen yaban kuşların sesini duyunca keyiflendi, o da ötmeye başladı.
“ Ne güzel de ötüyor benim alaca gelinim, ” dedi Eflatun. Kendi kendine konuştuğunu anladım, sesimi çıkarmadım.
“Çocukluğumda babam izin vermezdi kuş beslememe, büyüdüm şimdi de eşim izin vermiyor. Benim ne istediğimin neden önemi yok ki en sevdiklerimin gözünde ? Oysa kafesini kendim temizler, yemini kendim veririm. Güzel ötüşünden de herkes yararlanır. Şuncağız kuşun kime ne zararı olabilir ki ? Anlamıyorum. Anlayamayacağım. Neymiş kuşu azad edecekmişim. Kafeste doğdu kafeste büyüdü. Bu kuşu azad edersem ölür. Özgürlük güzeldir ama yaşayabilirsen güzeldir. Ölmek özgürlük müdür ?”
Şafak sökerken ilerde ki camiden kanatlanan bir sela dalga dalga boşlukta yayılıyor, mahallenin boş sokaklarında ilerliyor, evlerin pencerelerinden sızarak içerde ki insanların kulaklarına hücum ediyordu.
Yeni gelmişti imam. Allah ona öyle bir ses vermiş ki duyan gâvur Müslüman olur, kâfir imana gelir. Okuduğu selayı duyup da gözyaşı dökmeyecek bir fani de yoktur yeryüzünde.
Tam şu anda zaman durdu sanki. Rüzgâr esmeyi bıraktı. Kediler köpekler köşelerine çekildi. Saka sesini kesti. Dünya beş dakikalığına dönmeyi bıraktı. Ciğerler soluk alıp vermeyi bıraktı. Sevdiği bir insanı kaybedip şafak vakti selasını duymayan hiç kimse anlamaz bu duyguyu. Çocuklar oyuncaklarının kıymetini ancak kırınca anlar tıpkı büyüdüklerinde sahip olduklarının değerini bilmek için kaybetmeleri gerektiği gibi.
İnsanoğlu gözünün önündekilerini göremez. Mutluluğu hep olmadığı yerde arar. Tüm olasılıklardan hep en kötüsünü tercih ettiğini düşünür.
İnsan yaşamı boyunca sabretmeyi öğrenir ancak cenazeler hep sabırsız olur. Cenazeler bir an önce toprağına kavuşmak ister.
İmam selayı bitirdikten sonra “Kasabamız sakinlerinden…” diyerek ilana başladı. Birçok isim saydı tamamı tanıdık. “Cuma namazına müteakip defnedilecektir.” diyerek ilanı bitirdi.
Zaman ilerliyor, güneş Göktepe’nin ucundan kendini gösterirken kasabada yeni bir gün başlıyordu. Kahveci Yakup belirdi sokağın ucundan. Bugün biraz geç kalmıştı. Eflatun’u çınarın altındaki masada önünde bir kafesle bu saatte görünce şaşırdı ama üstünde durmadı. Selam verip dükkânını açmaya gitti. Kasaba meydanı yavaş yavaş hareketleniyordu. Çınar altındaki sandalyeler birer ikişer dolmaya başladı.
Cuma vakti yaklaşırken şadırvanda abdest alan meydanın hemen yanındaki caminin yolunu tutuyordu. Büyük bir kalabalık cenazeyi taşıyıp sal taşına koydu.
Ezan okunurken Eflatun kafesini kahvenin önündeki ardıç dalına astı ve camiye yöneldi. Ben de arkasından yürüdüm. İçeriye girmeden sal taşındaki tabuta ilişti gözüm ve tabutun başında sessiz sessiz gözyaşı döken adama. İkisiyle de uzaktan uzağa gönül başı kurmuştum aslında. İstisnasız her Cuma en ön safta görürdüm onları. Bedeni kendini taşıyamayacak kadar yorgundu ihtiyarın. Oğlu koluna girer ağır ağır caminin içinde ilerlemesini sağlar, imamın hemen sol yanında birlikte saf tutarlardı. Her Cuma aynı manzara tekrarlanırdı.
Ezan bittiğinde oğlu da girdi camiye. İşte yine en ön saftaydı. Ben de her zamanki gibi onun hemen arkasındaydım. Ancak bu kez ihtiyarın saf tuttuğu yer boştu. İşte surda bir gedik açılmıştı. Nasıl ki düşman işgalini engellemek için surda açılan gediğin taşlarla kapatılırsa bu boşluğu da doldurmak gerekti. Safları sıkı tutmak gerekti. Öne bir adım atıp gediği kapattım. Bir gün hepimiz bu sahneden silinip gideceğiz. Yerlerimizi yeni insanlar dolduracak.
Cuma namazının ardından cenaze kaldırıldı. Kalabalık birer ikişer dağıldı, çevreye sessizlik hâkim oldu. Öğle sonu kahvenin girişindeki ardıç dalına çakılmış çivide asılı duran tahta kafesteki saka kuşu durmaksızın ötüyordu. Sıcak çullanmıştı coğrafyanın üstüne. Ortama egemen olan ölüm sessizliğine inat durmaksızın ötüyordu saka. Neşeli miydi yoksa sesinde keder mi vardı anlamak zordu. Tutsağın çığlıkları çevredeki tüm yaban kuşlarını mıknatıs gibi çekmişti. Meydandaki ihtiyar dut ağacının dallarına onlarca saka konmuştu. Sesleri birbirine karışıyordu. Namazdan sonra Eflatun yine aynı masaya oturmuştu. Kafasını kaldırıp önce ağaçtaki yaban sakalarına baktı sonra kafesteki tutsağa:
“Belki başka bir hayat vardır onun için. Belki ben yanılıyorumdur. Belki de ölmek sahiden özgürlüktür,” dedi.
Oturduğu sandalyeden kalktı. Kafesi asılı durduğu çividen yavaşça çıkardı. Kapısını açıp dut ağacına doğru kaldırdı havaya. Tutsak ok gibi fırladı kafesten attı kendini dut dalına. Sonra tüm kuşlar hep birlikte havalandılar. Ötüşe ötüşe kasabayı baştan başa geçip gözden kayboldular. Eflatun’un bakışları gökyüzünde asılı kaldı.

ÇAĞRI YİĞİT

Fehva-ı Cedid