Hikaye Osman Karakaya

Küçük John’un Büyük Kalbi

Visits: 14

-Aman Tanrım! Çocuklar hepiniz bahçeye çabuk olun, haydi sende John. Yine bir kriz gelmişti. Annem hemen her zamanki gibi çıkmamızı söyledi. Bizde üç erkek kardeş bahçeye çıktık. Babam sara hastasıydı. Günde en az bir- iki defa kriz nöbeti geçiriyordu. O esnada annem hepimizi odadan dışarı çıkarır babamı düz bir zemine elinden geldiği kadar oturtmaya çalışır nöbetin geçmesini beklerdi. Bazen nöbet esnasında çıkmamızı söylemeyi unuttuğu olurdu, babamın nöbet geçirmesini biraz da korku ile seyrederdik, babam boğuluyor gibi hareketler yapar, elbiselerini yırtmaya çalışır, vücudu, elleri ve ayakları şekilden şekile girerdi, bu olaya birkaç defa şahit olmuştuk.
Bir gün yine böyle nöbet geldiği esnada annem bizi bahçeye göndermişti. George çok neşeli aynı zamanda çok komik bir abiydi, ona en çokta ben gülerdim bunu fark edince o biraz daha komiklik yapardı. George, size bir taklit yapayım mı? dedi, Robert ile haydi yap, dedik. O günü hiç unutmuyorum, babamın nöbet esnasındaki taklidinin neredeyse aynısını yapıyordu. Robert ile ben kahkahalara boğulmuştuk, bunu gören George daha bir ustalıkla taklidine devam ediyordu. Annemin giriş kapısında izlediğinin farkında değildik. Birden George’un yanına geldi, kahkahalarımız arasında ona öyle sert bir tokat indirdi ki kahkahalarımız anında son buldu.
George ağlamaya başladı. Annem bu yaptığın çok ayıp, bir insanın hastalığı ile asla dalga geçilmez ve de bu kişi senin baban, dedi. Baban yıllardır bu sara hastalığı ile boğuşuyor sizin bu halinizi görse adamcağız kahrolur üzüntüsünden bundan haberiniz var mı? Babamın hastalığının Sara olduğunu o gün öğrenmiştik ve de hasta olan bir insan ile bu şekilde alay edilmeyeceğini, sanırım George’un öğrenmesi biraz daha kötü olmuştu. Birde üstüne esaslı bir tokat yemişti. Annem bakın çocuklar kim olursa olsun bir daha böyle bir hareket hiçbirinizden görmeyeceğim unutmayın “Hayatın yarın bize neler getireceğini asla bilemeyiz” annem konuşmasını bitirir bitirmez George hemen koşarak anneme sarıldı, annem az önce vurduğu kızarmış yanağı bu defa sevgi ile öptü, bizde annemin eteklerine sarılarak ondan özür diledik, ve böyle bir olay bir daha yaşanmadı.
Bir gün annemin mutfakta yemek hazırlarken ağladığını gördüm, ne oldu anneciğim, neden ağlıyorsun? diye sordum. Sen misin aslan oğlum ? dedi, bana her zaman böyle seslenirdi. Biliyorsun babam Sara hastası, duyduğuma göre iş arkadaşları onun bu durumunu iş yerinde eğlenceye çevirmişler, alay ediyorlarmış, biliyorsun baban hemen sinirlenen bir insan korkarım bir gün ya biriyle kavga edecek işten atılacak ya da Tanrı korusun babanı katil yapacaklar oğlum, biz ne yaparız? Aman Tanrım! düşünmek bile istemiyorum. Korkma anne ben varım seni asla yalnız bırakmam, dedim. Aslan oğlum diyerek beni kucakladı ve öptü.
Doktorların söylediğine göre babamın yaşı ilerledikçe nöbetler daha artacakmış. Öyle de oldu bazen işten eve gelirken bile kriz geçiriyordu ne zaman nerede geleceği belli değildi. Mahallemizde bulunan komşular bazen babamın kolundan tutarak eve getiriyorlar bazen de annemi çağırıyorlardı. Bazı mahalle çocukları içinde, babamın bu halleri bizim bir defa yapıp bir daha yapmadığımız gibi alay konusu olmuş, nöbet taklidini yapan çocuklar günden güne artmaktaydı.
İlkokul bire gidiyordum. Yaklaşık okul açılalı bir ay olmuştu. Öğle paydosundan sonra tekrar sınıfa girecekken, sınıfın en iri yarı çocuğu olan Alfred öğretmen masasının önünde “Şimdi mahallemizin en ünlü şahsi Bay Bayılan Richard‘ın taklidini sunuyorum” dedi. Kan beynime sıçramıştı babama birde kendince lakap takmıştı, ellerimi yumruk yapıp üzerine doğru yürüdüm. Sen nasıl olur hasta bir insanın hastalığı ile alay edebiliyorsun? Hem de utanmadan. Nasıl yani, edemem mi? Babanın komik bin insan olması benim suçum mu? Babam o hareketleri isteyerek yapmıyor ama senin kalın kafan bunu almaz anlıyor musun almaz ve sana son bir şey söylemeliyim annemin her zaman kullandığı o cümle birden aklıma geldi, “Hayatın yarın bize neler getireceğini asla bilemeyiz” ancak o bu sözlerimden hiç etkilenmemişti bile. Umursamaz bir şekilde, ne getirecek acaba söylesen de bilsek, dedi. Bu son cümle beni iyice sinirlendirdi. Yanına yaklaştığımda gözüme çok büyük gözüktü. Kafam neredeyse onun göbeğine denk geliyordu. Aynı yaşta olmamıza rağmen nasıl benim neredeyse iki katım olabilirdi, bunu bir türlü aklım almıyordu. Anneme sorduğum da babasının büyük bir şirkette elektrik mühendisi olduğunu maaşlarını, evlerinin ve yaşantılarının çok iyi olduğunu iyi beslendiği için, böyle olduğunu söylemişti. Yumruklarım ile göbeğine sürekli vurmaya başladım ama sanki balon gibi göbeği hiçbir şey hissetmiyordu. Ara sıra biraz daha biraz daha, diye dalga bile geçiyordu. Yorulduğumu onun ise hiç etkilenmediğini fark ettim. Kocaman elleri vardı hem de çok etli gerinerek bana öyle bir tokat attı ki ne olduğunu anlayamadan sırt üstü düştüm. Arkadaşlarım beni sırama götürdüler ancak beş dakika sonra kendime gelmeye başladım kulağım çınlıyordu, ağlamaya başladım. En arka sırada tek başıma oturuyordum o da yan sırada tek başına oturuyordu. Zaten kimsenin yanına oturmasına izin vermezdi bir çeşit sınıf mafyası gibi birşeydi.
O gün gizli gizli çok ağladım eve dönerken bile sağıma soluma bakıyor, kimse yoksa burnumu çekerek ağlamaya devam ediyordum. Tokatın acısı mıydı yoksa babamın alaya alınması mıydı yoksa Alfred’e karşı çaresizliğim mi bilemiyorum belki de hepsi vardı bir türlü ağlamaktan kendimi alamıyordum. Eve varınca biraz kendime geldim ancak gece olunca yaşananlar aklıma gelince yastığım ıslanıncaya kadar yine ağladım.
Yaklaşık o olaydan bir ay sonra bu arada Alfred son bir haftada okula gelmemişti. Babasının iş yerinde küçük bir kaza geçirdiği annesinde o yüzden göndermediği konuşuluyordu. Bir gün okuldan eve geldiğimde babam koltukta uzanmış yatıyordu. Annem gözleri ağlamaklı yanındaydı. Abilerim bahçedeydiler muhakkak ki babam kriz geçirmiş annemde bahçeye yollamış diye düşündüm, çünkü babam nöbetten sonra 15-20 dakika hırıltılı sesler çıkarırdı yine aynısını yapıyordu. Annem sen mi geldin aslan oğlum? diye bana kollarını açtı beni kucaklayıp öptü. Duydun mu? Şu senin hiç sevmedim dediğin Alfred var ya ? Babası kaza geçirmiş biliyor musun ? Evet manasında başımı salladım hemen ama önemsizmiş anne arkadaşlar öyle diyordu, dedim. Kimseye pek duyurmak istememişler Alfred’in babası görevi olmadığı halde elektirik kontrolü yapmış o esnada nasılsa elektrik akımına kapılmış önce Alfred’e bile duyurmamışlar. İki hafta komada kalmış ölümden dönmüş. Ama ne çare adam tekerlekli sandalye ile yaşıyormuş. Aman Tanrım! hiç olmazsa babanın durumu ondan Tanrı’ya şükür çok iyi diyerek, beni bağrına bastı. Sevince benzer bir his belirdi içimde ama sonra birden Alfred’e sevmediğim hatta nefret ettiğim halde üzülmeye başladım. Ben de annem gibi içimden bildiğim tüm duaları ettim Tanrı’ya şükürler olsun bizim babamız kriz zamanları hariç normal bir insandı.
Ertesi sabah okula gittiğimde sınıfa girerken öğretmenimizin Alfred’e sarılarak sınıfa geldiğini gördüm. Çocuklar Alfred’in bu günler zor günü yardımcı olursanız sevinirim, diyerek çıktı. Sınıfta kimse umursamadı zaten onu sevmiyorlardı ben de dahil ama bu ona yardım etmemize, onu teselli etmemize engel değildi. Bir an göz göze geldik sırasına, değil nedense benim yanıma oturdu. Ben biraz daha yer vermek için çekildim. Hemen ellerini masanın üzerine koydu başını da ellerinin arasına gömdü, ağlamaya başladı. Ağlama seni çok iyi anlıyorum baban düzelecek göreceksin, dedim, kafasını kaldırarak ağlamaklı gözlerle ne düzelmesi John, doktorların söylediğine göre ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkum yaşayacakmış, hiç bir yeri tutmuyor babam felç bir vaziyette sadece gözleri hareket ediyor anlıyor musun? Benim babam sadece iki gözden ibaret diyerek tekrar başını ellerinin arasında ağlamaya devam etti.
Nihayet dersler bitince tüm öğrenciler evlerine gitmek üzere okuldan ayrılmaya başladılar. Alfred’e gel gidelim, seni evine kadar bırakayım. Onun çantasını da ben aldım ama zorlukla yürüyordum iki çanta özellikle onunkisi çok ağırdı. Evine yaklaştığımız zaman teşekkür ederek çantasını elimden aldı. Yüzüme bakmadan kaç gündür düşünüyordum, kavga ettiğimiz günü hatırlıyor musun? Boş ver takma kafana dedim, ben unuttum bile , ama unutmam mümkün mü hayatımın en kötü günüydü ve devam etti senden çok ama çok özür diliyorum sen haklıydın John. O söylediğin bir cümle var ya sürekli beynimde tekrarlanıp duruyor her hatırlayışımda biraz daha kahroluyorum “Hayatın yarın bizlere neler getireceğini asla bilemeyiz” iyi akşamlar dedi ve ayrıldık. Eve giderken annemin ne kadar büyülü bir söz söylediğini o gün tam manasıyla anlamıştım.

OSMAN KARAKAYA

Fehva-ı Cedid